3 Eylül 2016 Cumartesi

MAHŞERİN DÖRT ATLISI


Sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve dostlarım;
1927 yılında yapılan sayıma göre Türkiye’de 82 bin Yahudi yaşamaktaydı. Bu nüfus bugünlerde yaklaşık 17 bine düşmüştür. Yahudiler Türkiye’den göç ettiler. Acaba gönderildiler mi, yoksa İsrail’in kurulması ile birlikte kendi vatanlarına mı gitmek istediler? Yahudiler en çok hangi olaylardan etkilenerek göç etmeye başladılar? Bu göçü tetikleyen olayları ben, mahşerin dört atlısına benzetiyorum.
1934 Trakya olayları 
Varlık Vergisi
20 sınıf ihtiyatlar
6-7 Eylül olayları
Kimileri bu olayları yazmaktan sadistçe bir zevkle yazdığımı düşünmekte. Hatta bugün hala Türkiye’de yaşamakta olan Yahudiler, “bunlar geçmişte kaldı, defalarca hatırlatmaya ne gerek var” diyerek tarihe gömülmesini ve unutulmasını istemekte.
“Bazılarının sandığı gibi, durmadan tarihimizin, yüz kızartıcı, dönemlerini anlatmaktan zevk alıyor değilim. Aksine her seferinde ‘keşke bunlar olmasaydı da yazmak zorunda kalmasaydık’ diyorum. Sağlıklı bir toplum olmak için geçmişle yüzleşmek gerektiği inancıyla, bazı okuyucuları üzmek ve kızdırmak pahasına yazmaya devam ediyorum. AYŞE HÜR – TARİHÇİ-GAZETECİ - YAZAR”
Türkiye’de, İsrail’de Amerika ya da Kanada’da nerede yaşıyorlarsa yaşasınlar, Yahudiler tarihlerini bilmeleri gerekmektedir ve buna hakları vardır. Bilgi herkese aittir. Enternasyonaldir. Paylaşılmalıdır.
 Kayadez (suskunluk) dönemi İsrail’in kurulmasıyla sona erdi. Artık Yahudiler ’in kendi evleri var. Konuşmaktan, yazmaktan korkmak için sebep mi var? 21nci yüzyılda insanlar kafalarını kuma gömerek yaşamayı seçiyorlarsa bu seçimlerinden dolayı sadece kendileri sorumludurlar.  Bu tarihi yazanlar neden sussunlar, neden suskunluğa devam etsinler? Gerçeklerle yüzleşmeye korkanlardan değilim. Okuyan olduğu müddetçe yazmaya devam edeceğim.
6-7 EYLÜL OLAYLARI - 1955
Kıbrıs’ta, Türkler ve Rumlar (Yunanlılar) birlikte yaşamaktaydılar. İngilizler ’in de adada askeri üsleri bulunmakta idi. Yunanlılar Kıbrıs halkının  “kendi kaderini tayin etme” hakkının tanınması için Birleşmiş Milletlere başvuruda bulundu. Müracaatı kabul edilmedi. Bunun üzerine Yunanlılar adada EOKA adlı bir terör örgütü kurdular. Liderleri Albay Grivas idi. EOKA İngilizlere ve Türkler’e karşı eylemlere başladılar.
Garantör devlet konumunda bulunan Türkiye ve Yunanistan adanın güvenliği için 29 Ağustos 1955 de Londra’da toplandılar. Görüşmeler Türkiye açısından iyi gitmiyordu. Bir kamu baskısı gerekmekteydi. Yunanlılara “erkekçe” bir yanıt verilmeliydi.
Gerek Türk basınında gerek Yunan basınında, tarafları birbirlerine düşürecek korkunç yazılar çıkmakta çeşitli iftiralar atılmaktaydı. 6 Eylül günü Türk Milli Haber Alma Örgütü tarafından Selanik’teki Atatürk evinin bahçesine bomba atıldı. Olayı gerçekleştirenler sanki Yunanlılardı.  Radyolar öğlen haberlerinde olayı duyurdular. Daha evvelden uyarılmış basın ikinci baskıyla “Yunanlılar Ata’mızın evini bombaladılar” diyerek yaygaraya başladı. Örgütlenmiş bulunan talebe cemiyetleri ve özellikle Kıbrıs Türk Cemiyeti harekete geçti. Cıvar illerden de kamyonlarla insanlar İstanbul’a getirildi. Ellerine odunlar verildi. 1934 yılında Trakya'da Türkiye Cumhuriyetinin devlet destekli ilk pogromundan sonra ikicisi yine devlet destekli olarak İstanbul'da başlıyordu. . Bu bir pogromdu. Bu bir yağmaydı. Olay güya Rumlara karşı idi ama cahil halk Rum, Yahudi, Ermeni ayırmıyordu. Hepsi “gâvur” idi. Taksim’de toplanan kalabalık İstiklal caddesine girdi ve gayrimüslimlerin iş yerleri tahrip edilmeye, yağmalanmaya başlandı. Daha sonra olaylar Müslüman olmayan halkın yoğun olarak yaşadıkları yerlere de sıçrayacak, hatta İzmir’de de benzeri hadiseler görülecekti.
YAŞANLAR ANLATIYOR
“Bir Rum arkadaşımın evinin önünde elimde Türk bayrağı ile nöbet tutuyordum. Ellerinde bir listeyle geldiler. Onlara bu dükkânın bir Türk’e ait olduğunu söyledim. Bunun imkânsız olduğunu listede belirtilmiş olduğunu iddia ediyorlardı. Listede bir hata olmuştur dedim. Ellerindeki listelerde tüm cadde isimleri ve ev numaraları vardı. Kendi aralarında sürekli birbirlerine talimat veriyorlardı. Bu ev Rum’un, şu Ermeni’nin, bu dükkânı yağmalayın, şu eve girin …”


Yüksekkaldırım’da bir Yahudi, o kargaşada kendi levhasını bir Türk dükkânının tabelasıyla değiştirdi. Yahudi’nin dükkânına hiçbir şey olmadı. Türk’ün mağazası ise yağmalandı. Sonradan Yahudi, Türk komşusuna “ne yapalım bunu yapan senin insanların” dedi.”
“Garip hatalar da oluyordu. Bir profesör arkadaşım vardı. Muayenehanesinin tabelasında Doçent Dr. …. yazıyordu. Doçent kelimesini gayrimüslim ismi zanneden cahil yağmacılar muayenehaneyi tahrip ettiler.”
“Tünel’de Cevat Bey’e ait bir kumaş dükkânı vardı. Adam Türk’tü. Onun da dükkânını yağmalamaya başladılar. Adam hemen pantolonu indirdi ve sünnetli olduğunu gösterdi. Böylelikle dükkânını kurtardı.

“Bizim evimiz Beyoğlu Kalyoncu Sokak’ta idi. Şiddet olayları patlak verdiğinde, kapıcımız Mehmet Efendi anneme “korkmayın Madam, bizim evde saklanabilirsiniz” dedi. Eline bir Türk bayrağı aldı, dış kapıyı kilitledi ve binanın önünde durdu. İlk saldırganlar geldiğinde, onlara burada Rum oturmadığını söyledi. Adamlar evimizi yağmalamadan gittiler. 2.kattaki Madam Katina’yı, 3.kattaki Marina’yı ve 4.kattaki Anton’u korumuş olan Mehmet Efendi, sonra binadan çıktı, Türk bayrağını bıraktı, eline bir odun alıp caddenin karşısındaki gayrimüslimlere ait dükkân ve evlere saldırmaya başladı. Ben onu evimizin penceresinde izleyebiliyordum.”
“Olaylardan sonra yayamın (anneannemin) evinde gördüklerime inanamadım. Kapılar ve pencereler artık yoktu. Buzdolapları, dolaplar, aynalar parçalanmış ve evin önüne yığılmıştı. Yataklar, yorganlar kesilmiş, yünler her tarafa yayılmıştı. Elbiseler, ayakkabılar, örtüler, halılar lime lime kesilmiş, yığınlar halinde tabak çanak binlerce parçaya bölünmüştü. Somyalar parçalanmış, avizeler, vitrinler, masalar, sandalyeler ve koltuklar baltayla parçalanmıştı. Yerde odun, kömür, gaz, tuz, şeker, yağ ve yumurtadan bir birikim oluşmuştu. Soba tahrip edilmiş, bazı valizlerin içindekiler dahi kesilerek kullanılamaz hale getirilmişti.


Olaylardan sonra Yunanistan’da yayınlanan “Vradini” gazetesinin 9 Eylül 1955 tarihli nüshasındaki şu ifadelere pek çok bakımdan ilginçtir.
“Zaman geçer fakat insanlar değişmez. Büyük Kemal (Atatürk) köylü vatandaşlarını medeni insanlar haline sokmak istedi. Fakat bunda muvaffak olamadı. Onlar yine barbar olarak kalmıştır. Kilise yakmak, ev yağma etmek onların milli endüstrisi olarak kalmıştır.”
Ne yazık ki doğru bir tespit. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sırasında havaalanında bulunan bir arkadaşımın anlattıkları ile müthiş benzerlikler bulmaktayım.
“Kıbrıs’tan yurda dönmüş Atatürk Hava Limanındaydım. Valizlerimizi almıştım fakat kimseyi dışarı bırakmıyorlardı. Birden içeriye bir güruh girdi. Çıldırmış gibiydiler. Ellerinde odunlar vardı. Kimisi yarı çıplaktı. Üzerlerinde sadece atletler bulunan bıyıklı sakallı insanlar vahşiler gibi koşuşturuyorlardı. Bize yere yatın diye bağırıyorlardı. Ağzından salyalar çıkartarak bağıran birisi "siz burada iseniz, seyahat edebiliyorsanız bu bizim sayemizdedir” diye haykırıyordu. Yere yatmış vaziyette neler olduğunu anlama çalışıyordum.”
Yunanlı yazar ne yazık ki haklıymış. Zaman geçiyor ama insanlar değişmiyor.
6-7  Eylül olaylarının bilançosu korkunçtur. Türk basınına göre 11 kişi ölmüştür. 300 kişi yaralanmıştır. Sadece balıklı Rum Hastanesinde 60 kadın tecavüz nedeniyle tedavi görmüştür. Gayrı resmi kayıtlar tecavüze uğrayan kadınların 200 civarında olduğunu ifade ederler. Oysa tecavüze uğrayan kadın sayısı 400 civarındadır. Olaylara 200 bin kişilik bir güruh katılmıştır.  Resmi kayıtlara göre 4214 ev, 1004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ile aralarında fabrika otel bar gibi yerlerin bulunduğu 5317 mekân saldırıya uğramıştır. Gayrı resmi kayıtlara göre saldırıya uğrayan mekânlar 7 binin üzerindedir.
Tarihçiler olayları hükümetin planladığı hususunda hemfikirdirler. Hatta bu olayların gayrimüslimlerin ekonomik güçlerini zayıflatılmasının da hedeflendiği de yine tarihçiler tarafından dile getirilmektedir. Nitekim Celal Bayar İstiklal Caddesindeki hasarı görünce etrafındakilerin duyacağı bir sesle iç işleri vekili Namık Gedik’e “galiba dozu kaçırdık”  demiştir. Olayları hükümetin tertip ettiği konusunda bir başka delil de Özel harp Dairesi başkanlığı yapmış Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun bir röportajda söyledikleridir.
“6-7 Eylül de bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı. Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?”
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hükümetlerin pek çok kez böyle olayları organize ettiği bilinmektedir. İşte bunun için Türk milletinin,  kendi hükümetinin doğruları söylediği konusunda her zaman şüpheleri vardır.  15 Temmuz darbe teşebbüsü ile ilgili pek çok komplo teorisinin ortaya atılmıştır. Pek çok soru üretilmiştir. Sebebi budur. Halk hükümetin söylediklerine şüphe ile yaklaşmaktadır. Hükümete itimatları yoktur.
Bu hafta da bu kadar sevgili kardeşlerim yeğenlerim ve dostlarım.
Sevgiyle kalın, hoşça kalın.

Aaron Baruch  (Akaralı)

Kaynakça  :
Ayşe Hür – 6-7 Eylül’de devletin “muhteşem örgütlenmesi” (Sayın hocama yer yer alıntılar da yaptığım bilgilendirici yazısı için teşekkürlerimi sunuyorum.)
Dilek Güven – 6-7 Eylül olayları
10 Eylül 1955 tarihli Demokrat İzmir Gazetesi
Haziran 1991 tarihli Tempo dergisi – Türk Gladyosu İçin Bazı İp Uçları Sayfa 24

6-7 Eylül olaylarının İstanbul Rum Basınındaki Yankıları a.g.y. Sayfa 15-24